Birçok insan 1929 Dünya Ekonomik Bunalımını
borsanın çöküşü ile olmuş kabul eder. Fakat burada sorun bağlantılı olma
durumunu ve sebep-sonuç ilişkisini karıştırıyor olmaktır. Buhran borsanın
çöküşü nedeniyle değil, sonrasında gerçekleşen bir olaydır.
1920’li yıllarda yeni üretilen ürünlerin yerli tüketimi oldukça yüksekti,
ve endüstri için iyi bir durumdu. Aynı zamanda kredi ve taksitle satın alma bu
tüketimi besliyordu. Kredi ile ilgili önemli bir faktör ise ekonomik belirsizlik
olana dek ilerleyebilmesidir.
Bu sırada, 1920’li yıllarda çok kötü durumda olan tarımsal faaliyetlerin
fiyatları git gide düşüyordu (çünkü I. Dünya Savaşı sırasında askerlerin
ihtiyaçlarını karşılamak için genişlemekteydi) ve bu genişleme birçok çiftçinin
mekanik operasyona yönelmesine sebep oldu. Mekanik operasyonlara geçiş pahalı
olduğundan, çoğu çiftçi bu değişimi finanse edebilmek için borca girmişti.
Aşırı üretim ve düşük fiyatların birleşimi tarlalarının menedileceği anlamına
geliyordu. Bunun yanı sıra, bir başka zayıflık 1925’te araba üretimlerinin ve
konut yapımının yavaşlaması ile oldu.
1929’da ticari bankalar borsaya ve emlak yatırımlarına verilen borçlar ile
beklenmedik bir pozisyondaydı. Yine de borsanın çöküşü ve bunalım hala aynı şey
değillerdi. Çok sayıda zengin yatırımcılar borsada yüksek miktarda para
kaybetmişti, fakat bu ekonomik bunalımı, bir bunalım yapan şey yüksek işsizlik
oranıydı.
Amerikalıların sadece %3’ü borsada hisseye sahipti, ve market kaybedilen
değerleri 1930 yılında düzeltmiş/kurtarmıştı. Büyük banka ve şirketler çok
sayıda hisse alıyor olmasına rağmen, işlemlerin çoğu borç alınmış paraylaydı
(marjda alım/borçlanarak satın alma), ve bu durum tüm dünyanın ekonomisini
çökertmeye yetmemişti.
Esas neden aslında Amerika’nın zayıf banka sistemiydi. Amerikan Merkez
Bankası 1913’te kurulmasına rağmen, Amerika bankalarının çoğu küçük, bireysel
ve kendi kaynaklarına bağımlı kurumlardı. Panik olduğu zamanda, parasını
yatıranlar yatırdıklarını geri almak istediğinde, yeterli rezervi olmamasından
dolayı kapanan bankaların sayısı artıyordu. Dolayısıyla 1930’da ülkede bir
dalga gibi yayılan banka çökmeleri başlamıştı ve krediler donarak ekonomiyi
yerle bir ediyordu. Donmuş bir kredi sistemi para sirkülasyonunun olmadığını,
bu vesileyle deflasyon (ekonomide sönme) gerçekleşiyordu. Fiyatlar düştüğünde, işletmeler
genelde masrafı işçilerin bir kısmını işten çıkararak azaltıyordu; işten
çıkarılan bu işçiler bir şey satın alamıyor, dolayısıyla envanterler birikiyor
ve fiyatlar git gide düşüyordu. Bankalar borç vermiyor, işverenler borç
alamadıkları için işçilerine maaş veremiyor ve birçok işletme iflas ediyordu.
Bu durum işçilerin işletmeleri ayakta tutacak mal ve hizmetleri satın
alamamasına yol açmıştı. Bunun sorumlusunu arayacak olursak, ilk olarak
bankaları, sonra merkezi banka sistemine güvenmediği için Andrew Jackson’ı, ve
sonunda bankalara bu ekonomik karmaşada yardım etmeyen Amerika Merkez Bankasını
suçlayabiliriz.
Dünya çapında bir kriz olmasının sebebi ise borçların ve tazminatların
yarattığı geniş ağdır. Mesela, Versailles Antlaşması altında Almanya, İngiliz
ve Fransızlara 33 milyar dolar savaş tazminatı ödemek zorundaydı. Amerikan
bankalarından alması gerektiği fakat malum durumdan dolayı alamadığı borç sebebi
ile ödeyemiyordu. Bunun yanında, İngiliz ve Fransızların Amerika Birleşik
Devletlerine olan 10 milyar dolarlık borcu sayesinde bazı ülkeler Almanya’nın
tazminatı ile bu borcu eşitledi. Sonunda yine tükenmiş olan Amerikan kredisi
Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin de ekonomilerini uçuruma sürükledi.
Artık çok daha az insan yurtdışından Amerikan ürünleri, Fransız şarabı ya
da Brezilya kahvesi alabiliyordu – uluslararası ticaret durmuştu. Dünyanın
ihtiyacı olan daha fazla ticaret iken, Amerika bu duruma gümrük vergilerini
(tarifeleri) hiç olmadıkları (ve olmayacakları) kadar yükselten Hawley-Smoot Tarifesi
ile cevap verdi. Bunun arkasındaki fikir Amerikan endüstrisini korumak olsa da,
Avrupa’nın kendi yüksek gümrük vergilerini koyması gecikmedi. Bu durum Amerikan
ürünlerinin alıcısında, ticarette, satışta düşüş ve en nihayetinde işsizliğin
artması demekti. Bu noktada Amerikan hükümetinin sadece başkandan ibaret
olmadığını hatırlamakta fayda var. Hoover her zaman meclise istediğini
yaptıramıyordu ve politik kabiliyetsizliği şaşırtmıyordu çünkü seçimle girdiği
ilk ve tek yer başkanlıktı.
Dış borçlar sıkıntısı için Hoover dış borçların ödenmesinin bir süreliğine
durdurulmasını teklif etti, ve meclisi bu konuda yanına aldı. Fakat bu yeterli
olmadı çünkü Amerika ve Avrupa bankaları dövizin değerini düşürüp,
ekonomilerine gereken parayı sağlayabilecek olan altın standardını/değerini
düşürmemekte ısrarcıydı. 1931’de İngiltere altın standardını ve altın ile
yapılan ödemelerini durdurmasına rağmen Amerika bunu takip etmeyince piyasa
daha bile fazla dondu. Daha kötüsü ise Amerika Merkez Bankasının iskontoyu
yükseltip krediyi iyice zorlaştırması oldu. 1931 yılının sonunda 2294 Amerikan
bankası çökmüştü. (1930 yılında çöken banklarının iki katı)
Hoover’ı yeterince uğraşmadığı için eleştirmek kolay, fakat kanaatimize
gelecek olursak önemli olan sonrasında ne olduğudur: Yeni Düzen; (New Deal)
Hoover sonrasında Franklin D. Roosevelt bunalım ile ilgili en azından bir
şeyler yapmayı denedi. Hoover devletin güçlerini durumu hafifletmek için
kullanmayı teklif etmişti, sanayicilerin bir kısmını işçi ücretlerini
sabitlemeye ikna etmişti. Federal Çiftlik Kurulunun tarımsal üretime destek
vermesini sağladı ve kamu çalışanlarına 140 milyon dolarlık bir planı meclisten
geçirdi. 1929 ve 1930 yılları sırasında federal kamu harcamalarını neredeyse
ikiye katladı fakat hala yeterli değildi çünkü federal hükümetin tamamen duruma
el koymasına izin vermiyordu. Özel işlerin, eyaletlerin ve yerel yönetimlerin
ekonomiyi teşvik etmesine dayanıyordu, ve bu yetersiz bir plandı. 1929 yılında federal
giderler Amerikan gayri safi milli hasılasının %3’üne eşdeğerdi, bugün ise
%20’ye yakın.
O zamanlarda federal hükümetin bu denli geniş bir problemi üstlenmesi hayal
edilemezdi çünkü daha önce böyle bir durum ile karşı karşıya kalınmamıştı.
Hoover bankaları federal bütçeyi dengeleyerek stabil yapma planının bir parçası
olarak vergileri yükseltti, bu sayede yabancı alacaklılara güven vermiş ve
Amerikan altını satın almalarını engellemiş oldu. Teminatlar destekleniyor ve
aynı zamanda federal hükümet ile özel kredi alanlar yarışmıyor olacaktı.
1932’de meclisten geçen gelir hareketi bunalımı durduracak kadar çok etki
edemedi, hatta daha bile kötü yaptı. Buna rağmen oldukça radikal bir biçimde
1932 Ocak ayında Hoover bankalara acil borç verebilecek federal bir mali yardım
programını, Reconstruction Finance Cooperation (RFC), kurdu. Fakat yalnızca
bankalara mali yardım yapmak yetmiyordu ve bunalım şekillenmeye başlamıştı.
1932 yılının başında 10 milyondan fazla işsiz vardı. (İş gücünün %20’si) Büyük
şehirlerde ise durum daha bile kötüydü, özellikle farklı renkten insanlar için.
Örnek vermek gerekirse, Chicago eyaletinde nüfusun %4’ü zenciydi fakat
işsizlerin %16’sını oluşturuyorlardı.
Hoover kimsenin açlıktan ölmediğini söylese bile, insanlar çöpten yemek
bulmaya çalışıyor ve birçok Amerikalı muafiyet için yalvarıyordu. Hoover buna
karşın özel bağışları geliştirmeye yönelik işsizler için muafiyet
organizasyonunu kurdu. (President’s Organization on Unemployment Relief) New
York eyaletinin muafiyet programı 1930’dan 1932’ye kadar 9 milyon dolardan 58
milyon dolara çıktı ve özel bağışlar 4.5 milyon dolardan 21 milyon dolara çıktı
fakat New York’un bu projeye harcadığı 79 milyon dolar 800.000 işsizin bir ayda
alması gereken maaştan daha azdı.
Binlerce Amerikalı iş arayışında ve ekmek kuyruklarındaydı, evsiz kalanlar
için Hooverville adında gecekondular yapılmıştı ve 1945’te ödenecek olan
ekstrasını isteyen askerler protesto ediyordu.
Konuşulanların çoğu Büyük Buhranın sebepleri etrafında olsa bile federal
hükümetin cevabının etkisi, Yeni Düzenin gerçek anlamda bunalıma yardımcı
olması göz önünde bulundurulmalı. Bu tip sorular günümüzde de tartışmalıdır
çünkü bizi bugün bile ilgilendirmektedir. Hâlâ bankaları düzene koymaktan,
devletin ekonomideki yerinden, güçlü bir federal hükümetin iyi ya da kötü
olmasından bahsetmekteyiz. Büyük buhranda hükümetin yeri hakkında ne
hissettiğimiz, hükümete karşı olan genel hissimize oldukça yakındır. Yapmamız
gereken ise, piyasa, hükümet ve ekonomi ile ilgili ideolojik düşüncelerimizin
1930 Ekonomik Bunalımının insanlara yaptığını belirsizleştirmesine izin
vermemektir.
-hande
No comments:
Post a Comment