13. Istanbul Bienali
Heyecan ile beklediğim bienal gezime haritanin başında bulunan
SALT sergisinden başladım. İlk katta bulunan, ülkemizin son zamanlardaki
karmaşayı konu almış olan sergiyi gezdikten sonra Gülsün Karamustafanın
tablolar, heykeller ve daha günlük hayatta görmediğimiz bir çok sanat tipinden
oluşan büyüleyici ve düşündürücü sergisini görme fırsatına sahip oldum.
Bienalin bu sene aldığı yoğun talep üzerine sergiler kalabalıktı, bu kalabalık
arasında serginin odak noktası olan fakat bir duvara yaslanmış bir şekilde
yalnız başına, Gülsün Karamustafayı gördüm. Onun eserlerine bakanları izlediği
gözüme çarptı, kendisinin yanına gidip küçük bir sohbet açtım, sergiyi çok
beğendiğimi söyleyerek başladım ve kendisini tebrik ederek bitirdim. Kendisi
bana, benim yaşımdaki bir kişinin kendi işine ilgi duyuyor olmasından dolayı
mutlu olduğunu ve merakımın peşinden gitmemi söyledi. Kısa olsa da sergiyi
gezerken aklımın köşesinde hep bu sohbet geçiyordu. Aslında bienale baktığımız
zaman çogu eser günlük hayatta karşılaşabileceğimiz, fakat sanat katıldığı
zaman üstü kapalı bir anlatım ile gizli, ifadesi zor ve düşündürücü mesajlar
ile dolu.
Gezimin devamını yolun üzerindeki ikinci
sergi olan Arterdi. Dürüst olmak gerekirse Arterde bulunan sergi daha çok video
ağırlıklı, devamı Antrepo no:3 ‘e uzanan
bir sergiydi. Burada benim en çok ilgimi çeken köşe ise bir gazetecinin çalışma
masası, plakları, notları, camın önündeki kendine ait köşesi ve araştırmalarını
anlatan notlardı.
Bir bardak kahve içtikten sonra Galatanın
hayat dolu sokaklarından geçip Kabataş’a, Galatadaki Rum Okuluna girip bir
bienal rehberi aldım. Galata Rum Okulundaki sergi, öyle büyük ve kapsamlıydı
ki, üç kez art arda gezdikten sonra çoğu eseri incelemeyi tamamlayabildim. Bu
sergide beni en çok düşüdüren, sürekli sergiye bir kez daha gitmemi sağlayan
eser ise, bir odada toplanmış olan, günlük/anı defterleri ve bu defterlere yazı
yazan sergi misafirleriydi. Yazılanları okumak, bazılarında betimlemeyi,
bazılarında ise küçük karalamalar ile anlatılmış olan duyuguyu görmek, ve en
üzücüsü ise bu defterlerin sergi bitişi nereye gideceğini düşünmek oldu. Bunun
dışında her katta bulunan videoların tamamını izlemek, hatta üçüncü gidişimde
insanların bu videolara bakışını görmek sergiyi benim için daha kapsamlı bir
hale getirdi.
Özetle, bu sene gerçekleşmiş olan 13.
İstanbul Bienali gerçekten etkileyici ve zihni kurcalayan bir sergi, “Anne ben
barbar mıyım?” konusuyla merak uyandıran bir bienaldi. Sizi bilmem fakat , ben
şimdiden iki sene sonra gerçekleşecek olan 14. İstanbul Bienalini dört göz ile
bekliyorum.
No comments:
Post a Comment