Friday, January 16, 2015

İZMİR GEZİSİ (türkçe)

XV. Kitap Haftası ve Okuma Günleri
Sisli bir pazartesi günüydü İzmir için. Uzun süren bir uçak yolculuğu ardından Dario Moreno’nun şarkılarında bahsettiği “Eşsiz sevgili, inciler incisi İzmir” ‘e vardık. İzmir’e beş ilk romanını yazan beş değerli, 2014 yılı yazarı ile tanışmaya, söyleşi yapmaya gittik. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesinin düzenlediği XV. Kitap Haftası ve Okuma Günlerinde yılın kitabını seçmeye gittik.
Etkinlik ile ilgili açıkça düşüncelerimi yazacak olursam, bu etkinliğe katıldığımda kitapları zorla ve sevmeyerek okuyacak bir öğrenci grubu olur diye düşünmüştüm, neyse ki düşüncelerim yanlış çıktı ve beş kitabı derinlerine inerek, altındaki felsefenin farkına vararak okumuş olan öğrenciler ile karşılaştık. Beni etkinlikle ilgili en çok etkileyen unsurlardan biri bu oldu. 2014 yılında, Feyza Hepçilingirler’in söyleşisinin başında tartışıldığı gibi okuma oranlarının çok düşük olduğu bir durumda yeni nesilden bu gibi bir kitlenin hala bu tip değerlere sahip çıkıyor olduğunu görmek çok umut verici bir durum. 
Etkinlikler ile ilgili biraz daha derine inmeden önce bir katılımcı olarak program boyunca kafama takılan bir program kusurundan bahsetmek isterim. Kitap Haftası içerisinde yılın kitabı seçilecek kitabı seçmeden önce kitapların yazarları ile tanışmanın oylamanın daha sağlıklı bir biçimde olmasını sağlayacağına inanıyorum. Yazarları ile kitapları soru-cevap, söyleşi şeklinde yazarın açıklamalarını dinledikten sonra,“Yılın Kitabı” ünvanının bir kitaba verilmesinin daha yararlı olacağını etkinlik boyunca düşünmemek elimde değildi. Bunun nedeni yazarlar ile yapılan söyleşilerden sonra kitaplar ile ilgili birçok sorumun cevaplanmış olmasını fark etmiş olmam. Bu konu üzerinde düşünüyorken tam tersini de ele alarak baktığımda, “Fakat her okur kitabı okuduğunda yazarı ile tanışma şansına sahip olmayacak” olasılığını ele almış olsam da “En iyi” ünvanını verecek jürinin yazar ile konuşmuş olmasının daha sağlıklı olacağı kanısına vardım. Kitap Haftasının düzenlemesi üzerinde olan tek eleştirimide yaptığıma göre detaylı olarak etkinliklerden bahsedebilirim.
İlk günümüzde onur konuğu Buket Uzuner’in söyleşisini İzmir’in sisli havasından dolayı kaçırmış olmamıza rağmen kitap komitesi öğrencileri ve diğer katılımcılardan söyleşi ile ilgili güzel yorumlar ve geri dönüşler aldık. Ardından “En iyi kitap” ünvanını verdiğimiz oylama yapıldı ve öğrencilerin oylamasının sonucunda bir polisiye romanı olan “Süleyman’ın Kuyuları” (Hesna Onbaşı) birinci, “En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın” (Can Gürses) ikinci ve “Aşk Yolcusu” (Bahar Feyzan) romanı üçüncü oldu. Öğrenciler arasında ilk iki kitap yarışırken yapılan tartışmalar ve ortaya atılan eleştirilerin çok verimli ve yazarlara kitapları ile ilgili sorabileceğimiz sorular oluşmasına yardımcı olduğunu düşünüyorum.
Kitapları oyladıktan sonra İzmir Saint Joseph Lisesi’nin bizi ağırlayan kibar öğrencilerinin evlerine yerleştik ve İzmir’in güzel havası eşliğinde arkadaşlarımız ile tanışma fırsatına sahip olduk. Yorucu bir günün ardından ikinci güne hazırlandıktan sonra ilk günümüzü sonlandırdık. Ardından tekrar okulun yolunu tuttuk ve etkinlik takvimindeki ilk isim, Osman Akbaşak ile tanıştık. Kitabında çoğu yazarın kaleme almayacağı kadar ağır, gerçekten derinlemesine araştırdığı bir konu olan Beykoz Şafak Baskını anlatmış olan Osman Akbaşak, anlattığı çocukluk anıları, kitaplarını yazma hikayesi, kendi yaşamı, Ağa Babası, yıllar sonra İzmir’e gelmesi, gerçek mesleğinin aslında mühendislik olduğu gibi şaşırtıcı hikayelerinden sonra sorularımızı cevapladı ve ardından okuduğu bir şiir eşliğinde İzmir Saint Joseph Lisesinin kendisine özel hazırladığı bir şarkı ile etkinliğe renk kattı. Osman Akbaşak gelecek yazdığı “Şafak Baskını” üçlemesi ile “Doğduğum yere dair görevimi yerine getirdim, doyduğum yere karşı da getirmeliyim” diyerek kitap ve yazar ile ilgili kafamızdaki soruları cevapladı ve etkinliğimiz sona erdi.
İkinci günün ikinci etkinliği ise İzmirde kaldığımız süre boyunca beni en çok etkileyen ve düşündüren konu olan Can Gürses ile yapılan oturumdu. Can Gürses kitapları yazarı ile tanışmadan önce oylanmaması fikrimin ortaya çıkmasının nedeni diyebilirim. Can Gürses çok genç, 25 yaşında bir yazar. Bu etkinlik sırasında incelediğimiz “En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın” kitabını ise 20 yaşında yazmıştır. Kitabı ile ilgili oturuma edebiyat ve eşyanın birlikteliğinden başlayıp, açıkçası daha önceden hiç göz önünde bulundurmadığım birçok noktayı göz önüne koydu. Zaten eğitim geçmişi ile duyanları şaşırtan yazar, konuşması ve üslubu ile beni her cümlesinde daha fazla etkiledi. Bu kadar genç bir bayanın günümüzde gençlere hitap edebilecek bir nitelikte derin ve küçük bir politiklik katılmış bir roman yazmış olması yetenek olarak nitelendirilebileceğine inandığım bir özellik. Romanının yazılmasındaki en önemli sebebin Hrant Dink olduğunu söylemem halinde kitabında çok küçük yer verdiği o politikliği vurgulamış olurum diye düşünüyorum. Can Gürses ile konuşmak çok ilginç bir iletişim ile gerçekleşiyor, biz soruyoruz ve Can Gürses cevaplıyor fakat onu tanımak ancak sorular ile olabildi. Yazarı tanımak bir çiçeğin açmasını beklemek gibiydi, yavaş yavaş kendini tanıtan “O kısmı bana özel” gibi cümleler ile yazarın merak edilen karakterini sakladığı bir bekleyiş süresiydi Can Gürses ile tanıştığımız oturum. Kitaplarımızı imzaladığında bile her bir imzanın yanına birbirinden anlamlı notlar ile bir çiçek kondurdu. Kitabı sürekli kafamın arkasında bölüm bölüm sorgulatan birçok açıklama bıraktı aklımda.
Hayatta bir kez karşıma çıkacak bir deneyim olduğunu düşünerek ayrıldığım oturum sona erdi.
Dolu dolu geçen ikinci günümüzün ardından tekrar İzmir’in güzelliklerini gezmeye, boyozlarımızı yiyip Kordon’da çayımızı yudumlamaya gittiğimiz keyifli bir gün ve güzel bir akşam yemeği ile sonlandırmak üzere okuldan ayrıldık.
Üçüncü ve son günümüzde ise sevgili Feyza Hepçilingirler ile Türkçe’nin günlük hayatımızda bizi kurcalamayan birçok sorusu ile yalnız bırakıldık, küçük bir hesaplaşma ile ders aldığımızı dahi söyleyebilirim. Feyza Hepçilingirlerin söyleşisinde günümüzdeki Türkçe hataları, Türkçe dilini  korumanın yöntemlerini ve daha önce dilimiz hakkında sorgulamadığımız birçok gerçeği düşündüren bir beyin fırtınası yaşadık diyebilirim. Günümüzde gündemde tartışılan, dilimizi de ilgilendiren konular ile ilgili sevgili Feyza Hepçilingirler’in kendi tecrübelerine dayanarak üzerinde durduğu birkaç konu sohbetimize renk katan ve ısıtan bir parçaydı. Kendisine gelen soruları sevecen ve gerçek bir biçimde cevapladı ve daha önceden kendisinin kitaplarını okumamış olmamın bende bir eksiklik olduğunu fark etmemi sağladı. Feyza Hepçilingirler ile olan söyleşimiz sona erdikten sonra İzmir’e son bir kez veda ettik ve havaalanının yolunu tuttuk.
Tekrar fazlası ile uzun süren, hava koşullarından dolayı bir türlü yere inemediğimiz uçuşumuzu tamamladık ve evlerimize geri döndük.

Geçirdiğimiz üç gün sonrasında İzmir’i, bizi evlerinde yabancı hissettirmeyen ailelerimizi, en önemlisi İzmir Saint Joseph ailesinde kitap komitesinde ve dışında bizi yabancı hissettirmeyen değerli ögretmenler ve öğrencilerini çok özlediğimi, ve bu yazıyı yazarken hatırladığım birikimlerin paha biçilmez olduğunu tekrar anımsadım. XV. Kitap Haftası ve Okuma Günlerinin üç gününden bana kalanları bundan sonra her okuduğum kitap ve yaptığım her eleştiride hatırlayacağımdan eminim ve bu etkinliğe katılma şansına sahip olduğum için minnettarım.
-hande

No comments:

Post a Comment