Friday, November 27, 2015

MODERN SANAT İLE GELEN SAYGI VE KAYGI (türkçe) -sansür-

Günümüzde modern sanat olarak adlandırdığımız olgunun modernliği tam olarak anlamadan iki rengi yan yana koyup sanat demenin olmadığını düşünen, ilginç olduğunu kanıtlamak için sanat yaptığını iddia edip belki bu topraklarda bizden önce yaşamış olanlara bir saygısızlık ederek, en iyisini istemekten çekinerek düz bir hayatı seçen toplumun “modern sanat” anlayışını eleştiren bir birey olarak Contemporary İstanbul’un kapısından girdim.

Bu tip önyargılar ve eleştirilere sahip olmam belki modern sanatın gücüne gerçek anlamda inanan bir bireye fazlası ile rahatsız edici gelebilir. Fakat “video-art” gibi yeni sanat formlarının bazen sıra dışı olmak ile anlamsız olmak arasındaki çizgi üzerinde cambazlık yaptığı bir dönemde olduğumuzu inkar etmememiz gerektiğinin bilincinde olmanın faydalı olacağına inanıyorum.

Düşünüldüğünde İtalya, Fransa gibi ülkelerde bulunan, itina ile yapılmış sanat eserlerinin, örnek olarak konuşmak gerekir ise Versailles Sarayı’nın, tekrar yapılamayacağı inancındayım. Tabii, tekrar yapılsın, değişmesin, yenileşmesin demek doğru değil. Fakat bunu suiistimal edip olabildiğince kolaya kaçıp, çok basit bir yapıt veya esere sanat demek, derin gözükmek, “ilginç” sayılmak için bunu gerçekleştirenlere istisnalar dışında tolerans gösterememekteyim. Bu topraklarda bizden önce yaşamış olanların yüksek tuttuğu çıtaya ulaşmanın kolay olmadığını, ve tabii bunun yanında teknolojinin, yeni konu ve temaların, tekniklerin, gelişmelerin etkisini sanatta görmemek bu dönemin uyuduğunu sembolize ederdi belki, bundan dolayı sanatın yapılmasına kesinlikle karşı olmadığımı fakat “modernlik” kavramını tam anlamı ile anlamadan ardına sığınıp sanatı suiistimal etmenin doğru olmadığını söylemeden geçemeyeceğim.

Modern sanat ile ilgili düşüncelerimi bir kenarda tutmaya devam ederek, galeri sahiplerinin ellerinde bir kadeh şarapla birbirinden güzel olan sanat eserlerini sattıkları elitist atmosferde gezdiğim sanat fuarından bahsetmeye geçmem gerekirse, gerçekten orada bulunmanın doyurucu, ve hakkını veren bir deneyim olduğunu düşünüyorum.

Fuarda genel olarak çok sayıda konu edilmiş kadın figürü ile konuya başlamak isterim. Sergi boyunca kadın vücudunun çekici kıvrımlarının olağanüstü bir şekilde kullanmış, adeta fotoğraf denilebilecek şekilde çizilmiş tablolar, kadının yerleştirildiği senaryolar ve tabii bir hikaye taşımayan heykel örnekleri üzerinden başlayarak bir genelleme yaparsak, bir kadının en çekici yerinin göğüsleri olduğunu kabul etmiş pek çok sanatçı olduğunu gözlemledim. Bu düşüncenin yanı sıra, bir kadının vücudunun kıvrımlarında en çekici yeri göğüs kabul etmiş sanatçılar beni kadını bu şekilde ele alan onlarca tablodan soğuttu. Bu denli bir figürün odak noktasının seçilmesinden ve genel yargıya bakarak günümüz sanatçıları ile ilgili fikirler alabilmemizi sağladığını da unutmamalıyız.

Son yıllarda genel olarak çoğu sergi ve sanat fuarında alınan ortak konuların yanı sıra, bu yıl gerçekleşen Contemporary İstanbul fuarının daha realistik bir karakteri olduğunu, günümüzde mülteci sorunu, kadın hakları, popüler kültür, teknoloji, toplum hayatının genelini olduğu gibi aktaran, gerçekçi bir şekilde bu tip problemleri konu alan eserlerin sayıca fazla olduğu gözden kaçmıyordu. Açıkçası fuarı gezerken aşırı kalabalık olması
işime gelmese de bunca insanın ilgisini çekiyor olması, sanata hala değer verildiğinin bir kanıtı rolünü oynuyordu. Bir yandan ümit veren, bir yandan ise kaygılandıran bu ilgi ve kitle beni yine modern sanat kavramını sorgularken bıraktı ve yine aynı düşünce zincirinde buldum kendimi.

Sergilenen parçalara karşı olan saygı, kaygı, antipati, beğeni vb. düşünceler ile orada olmasının haksız olduğuna inandığım birkaç eser veya sanatçı görmenin kaçınılmaz olduğuna inanırken, bu yargıda eleştirdiklerimin işlerini sergi ve satışa sunmalarındansa eserlerinin kenarında satıldığına dair gördüğüm küçük etiket beni üzdü. Tabii, bu etiketi konduranın yatırımını hangi esere isterse ona yapabilecek bir alıcı olarak bakarsak, eleştiri ne haddime, fakat alınan tablonun alıcının kendisi veya sanatçı için taşıdığı anlam, olağanüstü tekniği yerine uçuk bir fiyat verdiğini göstermek isteyen, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı eserinin Bihruz karakterinin yorumlamasından başka bir şey getirmedi ne yazık ki. Okul ve ders boyunca yapılan tartışmalarımızda da görüldüğü üzere “Bihruz”lar hep Bihruz kalmış, realistik anlamı ile bizi korku ve kaygıya muhtaç bırakmıştır.

Toparlamak gerekirse bana pozitif, nötr ve negatif düşüncelerin ve yargıların her birinden tadımlık bir deneyim yaşatan bir sanat fuarıydı Contemporary İstanbul.
-hande

No comments:

Post a Comment