Öncelikle, “Siz
hele bir dininizi bulun, refah kendi kendini bulur.” Sözünden yola çıkarak
IŞİD’in oldukça iyi yönettiği sosyal medya vb. Platform propagandalarının
ardındaki motivi daha açık bir şekilde görmemiz mümkün. IŞİD’in başından beri
uyguladığı korkunç terör olaylarının her biri insan gözüne olabildiğince
sokulmaya çalışılmış ve başarılı olmuştur. Bu tip terör olayları
“amacını/ciddiyetini belli etmek” için konduğu söylense de bu tip olayları
gerçekleştiren bir organizasyon/örgütün ne kadar doğru bir şekilde
amacını/motivini söylediğini bilemeyiz.
IŞİD ne kadar
esas amacının “imansızları” bu dünyadan kaldırıp Müslüman, onların değişi ile
gerçek/saf Müslüman, bir kitle bırakmak/yaratmak olduğu söylese de, burada esas
sorgulanması gerekenin bu tip bir beklentiye sahip bu örgütün kendi
kriterlerine ne kadar uyduğudur. IŞİD’in arkasında duran her bir birey onların
istediği “gerçek” Müslüman terimine/tanımına uyuyor mu? Bu
kurallar/sınırlar/tanımlar kimler için ve ne kadar esnek bir şekilde çıkarıldı?
En önemlisi, kim tarafından kontrol ediliyor ve kim tarafından belirleniyor?
IŞİD’in hangi
kavram için bir yüzkarası olduğunu tartışmak için öncelikle “köktendincilik
(radikalizm/fundamentalizm)” üzerinde durmakta fayda vardır. Kısaca,
köktendincilik dini dogmalara bağımlı yaşayan, dinine göre sayısı değişecek
şekilde yüzyıllar önce belirlenmiş maddelerden gününe ve yaşayışına uygun
çıkarımlarda bulunmaya çalışanların oluşturduğu bir bütüne denebilir.
Köktendincilik
kavramına kısa ve yüzeysel bir bakıştan sonra IŞİD’in yüzkarası olması konusuna
gelebiliriz. IŞİD gibi din kavramından oldukça emin olanların “imansız”
gördükleri üzerine bu denli gitmelerini bir kendine ve aslında dinine olan
güvensizlik/eminsizlik olarak görebiliriz. Dininin gerçekten doğru yol olduğunu
düşündüğünden, bir dine ve onun öğretilerine inanan bir kulun, onun dinine
inanmamayı seçenlere bu kadar acımasız davrananmasının kin duyma ve gıpta etmekten geçmesi olarak
açıklayabiliriz. Bu durumda “sahte Müslüman” olarak adlandırılabilecek
teröristler bu tip davranış/örgütlenmeler ile günahkarların yaşadığı hayata
olan gıptasının kine dönüşmesini yaptığı acımasızlıklar ile belli etmektedir.
Bu kendisinin ve temsil ettiği inancı zedeleyen bir davranıştır fakat bunun
farkında değildir yada zedelenmesinin sonucundan rahatsız değildir. Günahkar
olan ile savaşırken aslında kendini cezbeden ile savaşmaktadır.
Terör aynı
zamanda yaptığı eylemler ile gerçek inançtan yoksunluğu da belli etmektedir.
Acımasızlıklar bunu en iyi destekleyenlerdir. Bu sebeple herhangi bir din için
savaşan bir teröristin inandığı din oldukça hassas ve yıkılabilir olmalı ki
oldukça küçük olaylar/elementleri bir tehdit olarak görmektedir. (Bunun sebebi
dinin geleceğini sağlam bir temele bırakmak için yaymak da olabilir.) 2015
yılının Ocak ayında gerçekleşen “Charlie Hebdo” saldırısı bir karikatür
tarafından incinen bir grup Müslüman’ın yaptıkları ile görülebilir. Bu
Müslümanlar için getirilecek eleştiri ise “Madem dininizi ona inanarak
destekliyor ve seviyorsunuz, bir karikatür uğruna bu inancı amacından
saptırmak, değer mi?”1 oluyor. Tabii bu olayda “Charlie Hebdo’nun bu
güne dek resmi çizilmemesi gerektiği için çizilmeyen bir figürü çizerek saygı
çerçevesinden taştı mı?” sorusu tartışmaya açıktır.
Toplum
köktendinci terörist gruplarını aşağı görmüyor olmasına rağmen, terörist
grupların bahsedilen şekilde verdiği aşırı tepkiler nedeniyle terörist
grupları, toplum onları aşağılamadan kendilerini aşağı bir duruma getirmiş oluyor.
Bu durumda hissetmeleri ise onların kin ve acımasızlık duygularını destekliyor.
Dolayısıyla bu döngü içinde olan bu tip gruplar kendi kin ve gaddarlığını
besleyerek empoze ettikleri fikirlerin hassas olduğunu belli ederek, kendi
desteklerini sorgulatacak duruma geliyorlar, getiriyorlar.
Bu tip genel
analizlerin üzerinden biraz yaklaşacak olursak, Michael Foucault’un üzerinde
durduğu “biopower” terimi ve IŞİD tarafından reddedilmesi üzerinde durmak
isterim. “Biopower” kısaca, (“Biopolitics” ile ilgili olarak) popülasyonları
bir bütün olarak yönetebilme “teknolojisi” dir. Egemen kişi tarafından verilen
kararlara bağlı bir gruba dönüştürülmesidir. IŞİD halifesinin “biopower”
nosyonunu reddediyor olması yaptıkları hareketlere ters düşebilir olarak tanımlansa
da, IŞİD’in önceden de açıkladığı gibi inancına olan bağlılığı, haberdarlığı
üzerinde bir sorgu yaratıyor. Tekbir eşliğinde kafa kesilen videolar ile sosyal
medya propagandası yapan bir grup egemen bir gücün popülasyonu kontrol etmesini
reddediyor ise yaptıklarının verdiği mesajı kaynak olarak ne kadar iyi
anladığını sorgulatıyor. IŞİD’in bu “haberdarsızlığı” IŞİD’in uzun vadelidense
daha çok şimdiyi/anı “kurtarmak” üzerine gittiğini gösteriyor. Ne kadar “Gerçek
Müslümanlar ile dolu bir devlet” hayali/motivi ile ilerliyor olsalar da,
yaptıkları, söyledikleri, savundukları bu denli uzun vadeli bir planı ileri
sürüklese bile aynı zamanda geri çektiğini de gösteriyor. Gelecek için istediği
oyuncuları seçerken, o oyuncuların refahını planlamaması “refahın kendi kendine
oluşması” olgusuna geri getiriyor. IŞİD’in başarısına/planına olan inanç bu
olguya nasıl yaklaşıldığı ile eş bir cevaba sahiptir.
IŞİD’in modernlik
ile olan ilişkisine bakıldığında, IŞİD’i “sapkın bir modernleşme örneği” olarak
almak konusunu Meji Restorasyonu ile iliştirmenin ne kadar doğru olduğunu
sorguluyor olsam da, IŞİD’in kendi modernliğini yaratma çabası olarak
görülebilecek, belki anormal hale dönüşmüş, gayritabii şekle girmiş, doğru
yoldan çıkmış olan bir modernleşme olarak düşünülebilir. IŞİD’in uzun vadeli
olmayan birçok planı gibi modernleşme de bu planlardan biri veya bu planların
bir parçası olabilir. En kararsız olduğum konu IŞİD’in modernliği olduğundan ne
kadar modern olduklarına inanmasam da (modern olabileceklerine de), modernleşmeyi
nasıl ve kime göre tanımladığımızın burada belirleyici bir faktör olduğunu
düşünüyorum.
Sonuçlandıracak
olursak, öncelikle refah ile ilgili olan plansızlığı, uzun vadeli olan
motivlerinin kısa vadeli eylemlerle ne kadar etkili gerçekleşeceğini sorgulatan
terör örgütü IŞİD, yaptığı eylemlerle aslında kendi savunduğu dine ve amaca
olan güvensizliğini ve bu dinin veya amacın hassasiyetini ortaya atarak son
dönemin en başarılı propaganda yönetimini yapmakta. Köktendincilik için bir yüz
karası olması güvensizlik, kin, acımasızlık, gaddarlık gibi faktörlerin
yarattığı döngüden çıkamaması ile gerçekleşmiştir. Kendini söktüğü aşağılık
durumdan çıkamamaları, hatta kendilerini o duruma getirmiş olmaları bu
eminsizlik ve güvensizlikleri (“hassasiyet bile denilebilir) ile açıklanacak
olursa gerçekten köktendincilik, radikalizm, fundamentalizm için bir hata, bir
yüzkarası olacaktır.
No comments:
Post a Comment